
Kripto para piyasalarında haftalardır süren sert dalgalanmanın arkasında, basit görünen ama etkisi büyük olan bir “mekanik hata” olabileceği konuşuluyor. Uzmanlar, özellikle 10 Ekim’de yaşanan şok tasfiyenin, piyasa yapıcıları zayıflattığını ve bugün gördüğümüz satış dalgasını tetiklediğini düşünüyor. Hisse senetlerinden Bitcoin’e kadar uzanan satış zincirinin arka planında, teknik bir detay ile likidite eksikliğinin birleştiği bir tablo var.
10 Ekim kırılma noktası: Sessiz başlayan fırtına
10 Ekim’de kripto piyasasında yaşanan büyük bir likidasyon dalgası, o gün ekranlara sadece “sert düşüş” olarak yansımıştı. Ancak şimdi o günün, haftalar sürecek bir zayıflamanın başlangıcı olduğu anlatılıyor.
Uzmanlara göre, o gün yaşanan hareket sadece fiyat düşüşü değildi; piyasa yapıcıların bilançosunda büyük bir “delik” açıldı. Bu da, sonraki haftalarda görülen “sürekli sızan” satış baskısının temel nedeni haline geldi.
Piyasa yapıcılar neden bu kadar önemli?
Kripto borsalarında likiditeyi ayakta tutan, alıcıyla satıcı arasındaki köprüyü oluşturan ana aktörler “market maker” yani piyasa yapıcılar. Bu kurumlar ve profesyonel trader’lar, piyasada sürekli çift taraflı fiyat vererek alış–satış farkını dar tutuyor, büyük emirleri fiyatı bozmayacak şekilde emiyor, ani hareketlerde şoku yumuşatıyor.
Bu mekanizma sağlıklı çalıştığında, sert haber akışları bile piyasada nispeten kontrollü fiyat hareketleriyle atlatılabiliyor. Ancak 10 Ekim’de yaşanan dalga, bu oyunculardan bazılarının ciddi zarar yazmasına yol açtı. Zarara giren bir piyasa yapıcı, doğal olarak riskini küçültmeye, bilançosunu daraltmaya ve işlem hacmini azaltmaya yöneliyor. Sonuç: Daha sığ bir piyasa, daha kırılgan fiyatlar ve daha kolay tetiklenen panik ortamı.
ADL nedir, neden bu kadar kritik?
O gün devreye giren mekanizma, kripto tarafında “ADL” diye bilinen bir otomatik tasfiye sistemi. Mantığı aslında basit:
Bir yatırımcının teminatı belli bir seviyenin altına düşerse, sistem otomatik olarak pozisyonu kapatıyor; yani klasik bir “marjin çağrısı”nın otomatik versiyonu.
Normalde bu tür sistemler, kaldıraçlı işlemlerin kontrol altında kalması için tasarlanır. Ancak likiditenin zayıf olduğu, fiyatın aniden sapma gösterdiği ortamlarda, bu otomatik tasfiyeler çığ gibi büyüyebiliyor.
Stablecoin’deki sapma zincirleme şoku tetikledi
10 Ekim’de yaşanan sarsıntının fitilini ateşleyen detaylardan biri, bir borsada kullanılan bir stablecoin’in fiyatındaki sert sapmaydı. İç fiyatlama hatası ve likidite sıkışıklığı nedeniyle bu stablecoin, çok kısa bir süreliğine de olsa 1 dolar seviyesinden 0,65 dolara kadar indi.
Sistem bu düşüşü “gerçek fiyat” gibi algıladı. Böylece birçok hesabın teminatı, kâğıt üzerinde bir anda erimiş gibi göründü. Bu yapay erime, ADL mekanizmalarının toplu halde tetiklenmesine neden oldu. Normalde sağlıklı, hatta kârlı duran binlerce hesap, birkaç dakika içinde “yetersiz teminatlı” statüsüne geçti ve otomatik tasfiyeye uğradı. Tahminlere göre yaklaşık 2 milyon kripto hesabı bu zincirleme tasfiyeden doğrudan veya dolaylı olarak etkilendi.
“Glitch” mi, ağır yazılım hatası mı?
Yaşananların ardından tartışma şu soruya kilitlendi: Bu olan biten sadece ufak bir “glitch” mi, yoksa çok daha derin bir yazılım ve tasarım problemi mi?
Eleştiriler, sistemin sadece tek borsadaki iç kotasyonlara dayanmasına odaklanıyor. Diğer borsalardaki fiyatların hesaba katılmaması, likiditenin anlık olarak kuruduğu senaryoların yeterince simüle edilmemesi ve fiyat referansının çok dar bir veri setine bağlanması, “bu basit bir aksaklık değil, tasarım kusuru” yorumlarına yol açıyor.
Teknik açıdan bakıldığında bu durum bir “bug”, yani kodlama hatası gibi görülebilir. Ancak pratikte, milyarlarca dolarlık pozisyonların bir anda tasfiye edilmesi ve piyasanın dengesinin bozulması anlamına geliyor.
2022 ile benzerlik: Büyük tasfiye, uzun sindirim
Analistler, 2022’deki büyük kripto çöküşünü hatırlatıyor. O dönemde de benzer şekilde, piyasadan silinen kaldıraçlı pozisyonların ve tasfiye edilen fonların etkisi bir günde bitmemiş, yaklaşık sekiz haftaya yayılmıştı.
Bugün yaşanan sürecin 10 Ekim’de başladığı düşünülürse hâlâ bu sindirim döneminin içinde olduğumuz söyleniyor. Piyasa yapıcıların sermaye bulmaya çalıştığı, risk iştahını düşük tuttuğu, bu yüzden de likiditenin eski seviyesine dönmekte zorlandığı bir evreden geçiyoruz. Yani satış baskısının ve oynaklığın “mekanik” kaynağı henüz tamamen temizlenmiş değil.
“Glitch” kelimesi neden tepki çekiyor?
Bazı yorumcular, bu büyüklükte bir olay için “glitch” kelimesinin kullanılmasına sert şekilde karşı çıkıyor. Onlara göre havaalanında tüm uçuşları durduran bir sistem çökmesine kimse “küçük aksaklık” demiyorsa, milyonlarca hesabın etkilendiği bir finansal hatayı da böyle masumlaştırmamak gerekiyor.
Bu eleştirilere göre, “glitch” ifadesi bir tür yumuşatma aracı. Aslında sistemik bir tasarım sorununu, risk yönetimindeki eksikleri ve yazılım mimarisindeki zaafları perdelemek için kullanılıyor. Oysa yaşananlar, finansal mühendislik ve teknoloji altyapısının yeniden masaya yatırılmasını gerektirecek kadar ciddi.
Regülasyon tartışması: Denge mi, aşırı müdahale mi?
Geleneksel finans tarihinde, benzer krizlerin ardından genellikle iki paralel süreç işler: Sektör oyuncuları kendi modellerini ve sistemlerini revize eder, ardından düzenleyici kurumlar devreye girer ve kuralları sıkılaştırır.
1987 borsa çöküşünde “portföy sigortası” stratejilerinin tetiklediği satışlar uzun süre tartışılmış, bu ürünler büyük ölçüde ortadan kalkmıştı. 2008–2009 krizinde ise teminat yapıları, ipotekli menkul kıymetler ve bankaların sermaye yeterliliğine ilişkin kurallar köklü şekilde değiştirildi.
Kripto tarafında ise tablo farklı. Henüz küresel ölçekte net, yerleşik ve bağlayıcı bir regülasyon çerçevesi yok. Hata düzeltilse bile, klasik piyasalardaki gibi “aşırı regülasyon” dalgası beklenmiyor. Bu da sektörün kendi hatasını kendi içinde düzeltmek zorunda olduğu, ama bunu yaparken de daha az dış denetime tabi kaldığı anlamına geliyor.
