Dolar / TL kurunu, açıkladığı enflasyon kadar bir dengeye getirmeyen, kuru görece düşük, TL’yi değerli göstererek ekonomik başarı göstergesini yaratacağına inanan bir ekonomi yönetiminin, ülkenin taşıyıcı kolonu nasıl bir riske attığını kimse konuşmuyor.
Bugün ihracat pazarlarında dezavantaj yaşayan, finansmana ulaşmakta noktasında ise zorluk içine düşen, içte ve dışta döviz borçlanmaya itilen reel sektör, sadece rekabet noktasında sıkıntı yaşamıyor.
Aynı zamanda farkında ya da değil, bastırılan kur üzerinden büyük bir riski de üstleniyor. Periyodik olarak açıklanan her dövizle borçlanma miktarına baktığınızda, reel sektörün daha çok döviz borçlusu hale geldiğini görüyoruz.
İş burada da bitmiyor. İhracat pazarlarında fiyat dezavantajlı hale gelen, hatta daha önce peşin çalıştığı müşterileri kaybetmemek için, vade ve indirim baskısıyla karşı karşıya kalan fotoğraf, ‘hangi para biriminden gelirin varsa, o para birimiyle borçlan’ ilkesini de zedeliyor.
Ağustos 2025 itibariyle reel sektörün döviz borcu, bir önceki aya göre 3,7 milyar dolar daha artarak 202,5 milyar dolar seviyesine geldi. Bu borcun detaylarına baktığınızda da yüzde 57,8’inin dolar cinsinden olduğunu görüyoruz.
Yurtdışından alınan ve geri ödemesi 1 yıl olan kısa vadeli borç miktarı ise 62,7 milyar dolar… Şimdi mevcut durumu sürdürebilirseniz, bir riski de geçici ötelemiş olursunuz. Elbette bunu sağlamak için TL yakıp, bütçe açıklarını ve faiz ödemeleri patlatmayı, maliyetten saymıyorsanız.
Fakat tüm bu uğraşıya rağmen, gerçek değerleri önünüze koymuyorsanız ve buna güvenen, biraz da çaresizlikten reel sektör döviz bazlı borçlanmaya devam ediyorsa, ilk düzeltme hareketinde sandığınızdan çok daha büyük bir problemle karşı karşıya kalırsınız.
Gerçek TL maliyetler zaten çok yüksek. Baskılanan kur, baskılamak için faturayı arttırıp, bir de üstüne enflasyonla yüzleşmeden kur belirliyorsanız, bir düzeltme anında iflasların, konkordatoların ve piyasalardaki ödemeler zinciri kırılmasının boyutunu tahmin edemezsiniz.
Bu nedenle reel sektörün bu durumun mutlaka yönetilmesi gerekiyor. Ekonomi yönetiminin hler şeyi algı üzerine kurguladığını dikkate alır, ‘batan batsın’ kıvamındaki yaklaşımını da düşünürseniz, burada görev her firmanın kendisine düşüyor.
Son derece hayati bir riskten bahsediyorum. Bizde genellikle riskler yönetilmeyip, kriz yönetilmeye çalışıldığı için de, her seferinde yarışa sıfır noktasında dezavantajlı olarak başlıyoruz.
Fakat bu kez, bilançoları nispeten döviz borçlanmaya müsait olan işletmelerin bu yükün altına girdiğini düşünürseniz, olası bir düzeltmede ortaya çıkacak umulmadık maliyetlerin, sektörlere ve Türk ekonomisine büyük hasar vereceğini şimdiden söyleyebiliriz.
Lakin bunlar önce insansızlaştırdığı, şimdi de firmasızlaştırdığı ekonomiyi, kurgulanmış rakamlarla konuşmayı esas alan bir ekonomi yönetimine nasıl anlatılır, bilemiyorum.
[email protected]